28 Şubat 1997.. Post modern darbe, bundan tam 27 yıl önce yapıldı. O utanç günleri unutulmadı.
Bugün; tam 27 yıl
önce milletin inancına, değerlerine, hürriyetine ve gelişimine pranga vurmak
için, milletin tanklarının namlusunu millete çevirenlerin, dipçik zoruyla
ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyen zihniyetin yıl dönümüdür.
“Postmodern Darbesi”
olarak adlandırılan 28 Şubat; milletimizin inancına, iradesine, değerlerine,
insan haklarına, demokrasiye ve özgürlüklere yapılan fiili bir darbedir.
28 Şubat’ı
hatırlamak sadece tarihi bir hikâyeyi anlatmak değildir. #28Şubat’ı hatırlamak
sadece geçmişte yaşananlar üzerinden siyasal kamplaşmaları gündeme getirmek de
değildir.
28 Şubat;
Anayasa’nın, hukukun, kanunların, milli iradenin ve demokrasinin çiğnendiği bir
kara gündür, haksız ve hukuksuz karanlık bir sürecin başlangıcıdır.
Öyle ki bu dönemde,
çorbacılar dahi fişlenmiş, ikna odalarıyla başörtülü öğrencilerimize psikolojik
baskılar yapılmış, üniversite kapılarında polis zoruyla başları açtırılmaya
çalışılmıştı. Zamanın büyük medya kuruluşlarının destekleriyle kamuoyunda irtica
geliyor algısı oluşturularak büyük bir infial meydana getirilmiş, bankalar
hortumlanmış, devletin ekonomisi çökertilmiş ve milletimizin sosyal ve manevi
hayatına doğrudan müdahale yapılmıştır.
Her darbe döneminde
olduğu gibi bu dönemde de birçok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız
uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiştir. En
küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı
sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir.
28 Şubat Postmodern
Darbesi, sadece dönemin Refahyol Hükümeti’ne karşı yapılmadı. Aynı zamanda
inançlı ve geleneklerine bağlı iş dünyasına karşı da yapıldı. “Yeşil Sermaye”
isimleri altında her türlü engelleme, karalama ve iftiralara maruz bırakılmıştır.
28 Şubat’ın
insanların hayatlarında ve ruhlarında açtığı derin yaraların pek çoğu artık
kanamasa da izleri çok ama çok derin, hâlâ sızlıyor. Hatta bazıları tam olarak
iyileşmedi, iyileşemedi, ne yazık ki bir türlü iyileştirilememiştir.
Malumunuz olduğu
üzere Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin, 29/07/1993 gün ve 5695 sayılı
ruhsatnameye dayalı olarak başladığı hizmet sunumu, “Postmodern bir darbe”
olarak muhafazakar kesime yönelik hak ihlallerinin yapıldığı ve inançlara engel
olunma gayretinin son çırpınışlarının sahnelendiği “28 Şubat Döneminde” yaşanan
siyasal gelişmelerin oluşturduğu malûm husumetlerin belli çevreler tarafından
zamanın kamu yöneticilerine, kasıtlı ve yanlı biçimde kullandırılması sonucunda
kamu imkanları seferber edilerek, hukuka aykırı zorlamalar neticesinde
19/12/2000 tarihinde Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesi ile
Türkiye'nin tüm personeli bayan kadın hastalıkları ve doğum ünitelerini ilk
açan, çok düşük karşılıklarla hasta bakarak hizmet sunan, her gece sekiz branşta
uzman doktor istihdam eden, büyük emeklerle geliştirilen ve başörtülü sağlık
çalışanlarının istihdam eden ilk özel hastanesi; bu haksız, kadir kıymet bilmez
yaklaşımla kapatılarak zulümler edilmiş, büyük haksızlıklar yapılmıştır.
28 Şubat Postmodern
Darbesi döneminde İstanbul Valiliği görevini yürüten Erol ÇAKIR’a hitaben
yazılan, Fatih Kaymakamlığı'nın 19/03/2001 tarih ve 215 sayılı 'GİZLİ' ibareli
cevabi yazısı incelendiğinde Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin faaliyetine
hukuka aykırı bir şekilde son verilmek istenilmiş olduğu görülmektedir.
Başbakan Sayın
Bülent Ecevit başkanlığında 28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan 57. Hükümet
döneminde, Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesinin yanı sıra eş
zamanlı olarak da kiracı olarak kullanımımızda olan Vakıflar idaresine ait
taşınmazın kira sözleşmesinin yenilenmemesi ve tahliye edilmemiz için Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Yüksel YALOVA
tarafından İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne gerekli talimatın verildiği malumatının,
DSP İstanbul Milletvekili Ahmet GÜZEL’e bildirildiği Devlet Bakanı imzalı
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 02/01/2001 tarih ve 6 sayılı yazısında hukuka
aykırılık açıkça görülmektedir.
25. yılına giren 28
Şubat darbesinde hesaplaşılmayan kişiler, giderilmeyen mağduriyetler ve kâmilen
huzur bulmamış bir toplumsal vicdan olduğunu da söylemek zorundayız. 28 Şubat
defterini tamamen kapatacak olan ise sorulmamış hesapların sorulması,
giderilmemiş mağduriyetlerin giderilmesidir.
28 Şubat Postmodern
Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden
mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğuna
inanıyorum.
Bu kapsamda, 28 Şubat darbesini gerçekleştiren ve katkı
veren asker ve sivil bürokratlardan hesap sorulmalı. Bu sürece doğrudan ve
dolaylı destek veren medya ve sözde sivil toplum kuruluşları millet huzurunda
hesap vermeli. Yerli işbirlikçilerinin tamamından millet adına, hukuk önünde
hesap sorulmalıdır.
Üstelik bu darbe
döneminde yaşatılan zulüm, yalnızca belirli bir kesimin eliyle yapılmamış;
askerin başı çektiği süreç, siyaset, medya, iş dünyası, üniversite ve meslek
örgütleri tarafından da profesyonel bir organizasyonla yürütülmüştür.
Darbenin sivil
ayağının yargılanmaması en büyük eksiklikdir. Bu kişiler, maalesef ki bugün
aramızda “itibarlı kişiler”miş gibi yaşamaya devam ediyorlar. Eksik kalan
adaletin tesisi ve kamu vicdanının kâmilen rahatlatılması için sivil ayağı
yargıdan medyaya, bürokrasiden siyasete, ekonomiden STK ayağına kadar bütün yönleriyle
yargıya taşınmalı, süreçte yer alan herkesten hesap sorulmalıdır.
Diğer bir mağduriyet
kitlesini de brifingli yargının verdiği keyfi kararlarla mahkûm edilen insanlar
oluşturmaktadır. Bu nedenle devam eden mağduriyetlerin giderilmesi ve tazmini
için de mutlaka yeni bir çalışma başlatılmalıdır. Zira adaletin gecikmeye tahammülü
yoktur.
Hukuk devletinde
benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı
mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri
onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen
yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve
mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır.
Bu dönemde verilen
yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur.
Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiştir. Tüm bu
gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında
gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir.
Gerçekten de süreç mağdurlarının bu
dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.
28 Şubat Postmodern
Darbesi’nin mahkeme tarafından mahkûm edilmesine, bu süreçte görülen
yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu
sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş
değildir.
Bu nedenle 28 Şubat
sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an
önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en
azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden
yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. Zira her
sene 28 Şubat'ın yıldönümünde hamasi nutuklar atarak darbecileri lanetlemenin
mağdurlar için hiçbir yararı bulunmamaktadır.
Kısacası hakları
ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin
gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin
üzerine düşen önemli bir görevdir.
Bu düşüncelerle
milletimizin ve ülkemizin gelişmesini ve kalkınmasını geciktiren, her alanda
mağduriyetler ve travmalar oluşturan 28 Şubat Postmodern Darbesi’ni, 27. yıl
dönümünde bir kez daha esefle kınıyor ve Türk Demokrasi tarihine kara leke
vuranları lanetliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder