'Dönme Dolap’ kelimesinin kökeni, Anadolu’da
konaklardaki bir mimari sisteme dayanıyormuş. Eski konaklarda
haremlik ve selamlık vardır. Konaklarda mutfakta çalışan genç kızlarla servis işlerini yapan
genç erkekler birbirlerini görmesinler diye bir yanı mutfağa, bir yanı avluya
bakan dönme dolaplar bulunuyormuş. Mutfakta pişen yemek bu dolaba konuyor ve
dolap çevriliyor ardından avluda çalışanlar bu yemekleri mutfakla hiç teması
olmadan servis edebiliyormuş.
Fakat zamanla bu dolaba
gizlice mektuplar
koyulmaya ve gençler aralarında iletişim kurmaya başlamışlar. Hatta rivayete
göre “Ben senin ne dolaplar çevirdiğini biliyorum” lafı ve ‘dolap çevirme’
deyimi de bunun üzerine ortaya çıkmıştır.
Yazar Paulo Coelho yayınladığı videoda, Türkçe'ye yeni çevrilen kitabı Okçu'nun Yolu’nu, Olimpiyat Şampiyonu Milli Sporcu Mete Gazoz'a adadığını duyurdu. https://youtu.be/ze6ZN6TDJMI
“Allahım! Ben, senin rahmetini istiyorum. Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimin eline bırakma. Benim bütün işlerimi yoluna koy. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb 100)
"Dost, kıdem itibariyle akrabadan öndedir. Bunu vefat ilanlarında da görürsünüz. Bu ilanlar şöyle sona erer: ‘Dost ve akrabalarına duyurulur’. Akrabadan önce dosta duyurulur. Namazınızı bir dost kaldırsın, bir dost kabre indirsin. O, başkadır.”
Ekmekçi
Hayk kim midir? Doğma
büyüme Konyalı, Gregoryan bir Osmanlı Ermenisi. İyi bir
esnaf, fedakâr bir ekmek dağıtıcısı.
Sırtında sıcak somunla dolu küfe, ahalinin soğuktan dışarı
çıkamadığı
günlerde bile aksatmadan sokak sokak dolaşıp kapıdan ekmek satışı yapan
bir seyyar. Üstelik ekmeğin
bile veresiye olduğu
yokluk yıllarında…
Her
esnaf gibi Ekmekçi Hayk’ın da veresiye defteri, vakti gelince tahsilât derdi,
telaşı izahtan
varestedir. Bütün bunlar sıradan şeylerdir ama sıradan bir Osmanlı
Ermenisi, mesleğinin
erbabı bir insan olmaktan öte Hayk Efendi’yi tarihe mal eden, geçmişten
geleceğe
mesajlar taşıyan
enteresan bir yönü vardır: Müslümana güveni, itimadı.
Hikâye
ilginç. Hayk Efendi’nin veresiye defterinde Müslüman ismine rastlanmaz. Çünkü
Ekmekçi Hayk Müslüman müşterilerinin
hesabını tutmaya gerek duymaz. Duruma vakıf olup bu itimadı biraz kıskanan,
yadırgayan komşusu
Nubar Efendi’ye verdiği
cevap aslında bugünün Müslümanlarına tertemiz bir selamdır:
“Bunlarda
kul hakkı, korkusu var. Haram yemezler. Kayda gerek yok…”
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Batan bir diken bile olsa başına gelen her musibet/acı, Müslüman'ın günahlarına kefaret olur.” (Müslim, Birr, 49)
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi’nde tedavi gören Doğu Türkistan’ın efsanevi lideri merhum İsa Yusuf Alptekin’in büyük oğlu Dünya Uygur Kongresi Kurucu Başkanı Erkin Alptekin’e, en kısa zamanda sağlığına kavuşması duasıyla geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.
“Eline, diline, beline sahip ol! Kapını, kalbini, alnını açık tut! Eşine, işine, aşına özen göster. Harama bakma, haram yeme, haram içme! Yanlış ölçme, eksik tartma! Dünya malına tamah etme! Kuvvetli iken affetmesini, hiddetli iken yumuşamasını bil!”
Ülke demokrasi tarihini lekeleyen 27 Mayıs Darbesi'nden sonra 9 ay 27 gün süren Yassıada Yargılamaları sonunda; millet adına karar verme yetkisi bulunmayan cuntacılar tarafından haksız, hukuksuz ve sözde yargılama ile vicdansızca idam cezasına çarptırılarak, Bursa’nın İmralı Adası’nda 17 Eylül 1961 tarihinde Türkiye siyasi tarihinde idam edilen ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan merhum #AdnanMenderes ile 16 Eylül 1961’de tarihinde idam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı, şehadetlerinin 60. sene-i devriyesinde rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad, kabirleri nur, mekanları cennet olsun.
"Şüphesiz
Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl, 90)
İstanbul’un en uzun isimli camisi olarak kayıtlarda yer alan Fatih'teki Kadı Hüsameddin Çamaşırcı Hacı Mustafa Efendi 18 Sekbanlar Camisi'nin adını kimse söyleyemiyor.
Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu ve Milli Görüş Vakfı BaşkanıSayın Oğuzhan Asiltürk Beyefendi’ye,geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor; Yüce Rabbimizden,
Eş-Şafi ismi şerifi hürmetine acil şifalar niyaz ediyorum.
Diyanet
İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ile Diyanet İşleri Başkanlığı Mushafları
İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanı Hafız Osman Şahin, Diyarbakır Sur Ulu Cami'de
çifte ezan okudu.
Diyarbakır’da
93 hafızın icazet aldığı merasimin ardından Diyanet İşleri Başkanı Erbaş ve
Şahin, ikindi ezanını birlikte okudu. Ezanın ardından Başkan Erbaş, cemaate
ikindi namazını kıldırdı.
Diyanet
İşleri Başkanı Erbaş ezanın videosunu, “Cenab-ı Hak, kıyamete kadar
minarelerden ezan seslerini eksik etmesin.” temennisiyle sosyal medya
hesaplarından paylaştı.
90’ların
sonunda Kosta Rika’daki tahrip edilen ormanlara portakal kabuğu boşaltan çevre
bilimciler, 20 yıl sonra yıllar önce yaptıklarının sonucunu görmeye gidince
gördükleri karşısında şaşkına döndüler.
Yıllardır
insanoğlunun tüm ihtiyaçlarını karşılayan doğadan zamanla hep daha fazlası
beklendi. Bitmek tükenmek bilmeyen istekler için her seferinde doğaya başvuran
insanoğlu, bir süre sonra doğanın kendisine verdikleriyle yetinmeyip onu yok
etmeye başladı. Bu durumdan Güney Amerika’da bulunan Yağmur Ormanları da nasibini aldı elbette. İki çevre
bilimci, insanların daha fazla palm yağı elde edip daha çok para
kazanmak için Kosta Rika’daki ormanları yok etmesine seyirci kalmadı ve
işe koyuldu.
90’ların
sonunda Pensilvanya
Üniversitesi’nde çalışan çevre bilimci Daniel Janzen ve Winnie
Hallwachs çifti, Kosta Rika’daki bir portakal fabrikasıyla görüşerek
onlardan portakal kabuklarını önemli bir iş için kullanmaya ikna ettiler.
Fabrika yetkilileri doğaya katkıda bulunmak için çevre bilimcilerin sözünü
dinledi ve tahrip olan bölgeye kamyonlarla portakal kabuğu boşalttı.
Bunun bir
yıl ardından, bir başka şirket portakal kabuklarını bu alana boşaltan şirketi
mahkemeye verdi. Şirket mahkeme kararıyla portakal kabuklarını bu alana
boşaltmayı durdurdu. Mahkeme kararı çıkana dek buraya çoktan bin kamyon gitmiş
ve 12 bin metrikton portakal kabuğu bırakmıştı.
Proje daha sonra unutuldu.
16 yıl sonra iki çevrebilimci buraya geri dönüp
yaptıklarının sonucu merak etti. Ancak tahrip edilen bölgeyi bir türlü
bulamadılar. Her yerde ağaç vardı. Doğru yere gelmişlerdi. Ancak bölge tamamen
değişmişti. 16 yıl önce buraya bırakılan portakal kabukları, tahrip edilen
alanın yeniden canlanmasına yardımcı olmuştu. Yaklaşık 100 metre ötede bulunan
ama neredeyse hiç etkilenmemiş başka bir alan ile karşılaştırılınca, atıkların
bırakıldığı alanda daha fazla çeşit ağaç türü, yeşillikler ve doğal eski orman
türü olan iki ağaç türü daha bulmuşlardı.
Projenin
şikâyetler yüzünden erken terk edilmesi sebebiyle hemen hemen hiç müdahale
edilmemesi bu işe katkı vermişti. Toprak verimli hale gelmiş, her yerde ağaç
çıkmış ve burası hayvanların yaşam alanı haline gelmişti.
İlim Talebesi ve İlim Talebesine Yardım Edenin Mükâfatı:
Bir vakitler şu anda Şam’da “Dahdah” denilen bir
mezarlık vardı. Bu mezarlık ekseriyetle âlimlerin, şehitlerin, mücahitlerin
defnedildiği bir kabristan idi. Bu kabristanlıkta da kabir kazma işlerini yapan
bir adam vardı. Yani mezarcılık yapıyordu.
Günlerden bir gün bir kadın geldi kendisi için bir kabir kazmasını istedi. Adam
kabri kazdı. Bir saat sonra cenaze geldi. Ama cenaze ile beraber çok az kimse
gelir. Cenaze yere indirilir.
Tabut açılır. Ve bu mezarcı cenazeyi alıp kabre koymak
ister. Tam Bu esnada kabir açılır cennet bahçelerinden bir bahçe oluverir. İki
kişi at üzerinde gelip cenazeyi alıp gittiklerini görür. Bizim mezarcı adam
bayılır yere düşer. Diğer adamlar onun gördüğünü görmemişlerdir. Neyse oradaki
adamlar yüzüne su serpip ayılmasını sağlarlar. Cenaze sahibi kadın bırakıp
gider. Cenazeye katılan birkaç adam Sana ne oldu neden bayıldın diye mezarcıya
ısrarla sorarlar. Mezarcı;
– Vallahi çok acayip şeyler gördüm dedi ve gördüklerini anlattı. Adamlar;
– Sübhanallah bu adam hayal gördü herhalde deyip bırakıp giderler. Arada aylar geçti
yine o kadın çıkageldi mezarcıdan bir mezar daha kazmasını istedi. Kabir
kazıldı. Cenaze getirildi.
Yine mezarcı cenazeyi kabre koyarken kabir yine cennet
bahçelerinden bir bahçe oluverdi. İki kişi gelip cenazeyi alıp gittiler.
Mezarcı bu sefer cesur davrandı ve bayılmadı. Hadiseyi yine sadece o görmüştü.
Ve cenazeden sonra kadını takip etti, kadına;
– Sen kimsin? Nereden geliyorsun. Sen neyin nesisin ey kadın söyle bakalım
dedi. Kadın;
– Ey mezarcı! Lütfen beni derdimle baş başa bırak. Cenaze benim oğlumdu, onu
kaybettim. Bir oğlum daha vardı birkaç ay önce de onu kaybettim. Adam dedi ki;
– Bu iki cenaze de senin miydi?
– Evet dedi kadın. Hayırdır neden soruyorsun?
– Vallahi ben çok acayip şeyler gördüm ilkinde kabire koyunca kabir birden
cennet bahçelerinden bir bahçe oluverdi. Ve iki atlı onu alıp gitti. İkinci
oğlunda da aynısı oldu. Onlar ne amel işlediler de Hazreti Allah onlardan razı
oldu da bu büyük lütfa nail oldular. Lütfen bana anlat dedi.
Kadın dedi ki;
– İlk ölen oğlum Kuran talebesi, ilim tahsil ediyordu. Hastalandı, maalesef
vefat etti. İkinci oğlumda marangozluk yapardı. Babaları öldüğü için ilim
talebesi olan kardeşinin ihtiyaçlarını o karşılardı. Ama ne garip tecellidir ki,
her ikisini de kaybettim. Mezarcı;
– Tamam, ey kadın. Ben alacağımı aldım dedi.
Mezarcı işin aslını anlamıştı. Derhal mezarcılığı bırakmaya karar verdi. Ve
Cami’ut tevbe mescidine gitti. Şeyh Said el Burhani hazretlerinin huzuruna
vardı. Şeyh talebe okutmakla meşguldü. Nur yüzlü bu zat başını kaldırdı;
– Buyur evladım bir şey mi soracaksın diye ona teveccüh etti. Mezarcı;
– Efendim ben ilim öğrenmek için geldim eğer kabul buyurursanız. Şeyh;
– Evladım sen 45-50 yaşına gelmişsin. Bu saate kadar hiç okumamışsın. Nasıl
yapacaksın. Bu saatten sonra niçin böyle bir karar aldın? Deyince mezarcı
başından geçen hadiseleri tek tek anlattı. Bunun üzerine hocası;
– Tamam, evlâdım başla o zaman ve Allah’a tevekkül et, inşallah muvaffak
olursun dedi.
Mezarcı büyük bir azimle başladı okumaya ve çok kısa zaman büyük mesafeler
aldı. Öyle oldu ki zamanının en büyük âlimleri arasına girdi.
İşte bu zat Eş-şeyh Abdurrahman el Haffar hazretleridir. Bundan sonra ailesinin
tamamının ilim talebesi olmasını sağlamıştır. En sonları Abdürazzak El
Haffar’dır ki Şam’ın en büyük âlimlerinden olmuştur.
İşte size
anlattığım bu yaşanmış gerçek kıssa Allahü Teâlâ’nın ilim talebesine ve ilim
okuyan talebeye yardım edene nasıl bir muamele de bulunduğunu bu hadise ile
sizi müjdelemek içindir. Her iki zümrenin de büyük ecir ve mükâfatlara nail
olacağını zaten Allah Rasülü (sav) de müjdelemiştir.