Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla
geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya
uyuyamadım.
Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri
ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak
kullanırdım.
Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken
-birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında
yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan
yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde,
aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim.
Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi
kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman 'beleş' cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete
intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım;
hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışında tek bir hatıra eşya
göremezsiniz.
Benim anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'.
Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda
önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond
çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda
da babamdan kalan Malatya'daki ev ile dedemden
kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini harcadım.
Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde,
şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan 'kıyak emekliliği' reddedip
tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının
buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç
yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
Şimdi 70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek
mülküm kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi yok'. Hizmet hayatım boyunca,
muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu fukara millete ben bu
masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı.
Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık
duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün
olabilse gene aynısını yapardım.
Beni bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye
muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/guzel/2013/05/14/meger-ben-ne-enayiymisim?f=sm&utm_source=twitter.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder